Fitness’ın kökleri Paleotik Çağ’da

Modern salonlardaki ağırlıklara, koşu bantlarına gelmeden çok çok önce başlarını sokacak bir yeri bile olmayan, yaşamını leşler ve yemişlerle sürdürmeye çalışan insanoğlu için avcılık, özellikle kış aylarında hayatta kalmak için bir zorunluluktu. Çok büyük, çok kıllı ve avlamak istediğinizde mutlaka çok sinirlenecek olan mamut gibi büyük ödüllerin yanı sıra, avlamak için ciddi bir performans sergilemeniz gereken geyik, yaban domuzu ve küçük kemirgenler de menümüzde önemli bir yer tutuyordu. Bunun yanı sıra insanoğlu çoğu kez kendisi başka yırtıcıların potansiyel avıydı ve aç, güçlü, hızlı ve yeterince vahşi hayvanların iştahını kabartıyordu. Anlayacağınız, henüz tekerleği bile bulmadığımız bir çağda hayatta kalmak için oldukça atletik olmak zorundaydınız. Ne var ki insanoğlunun atletik özellikleri diğer hayvanların aksine doğumuyla edindiği ya da erişkin olunca çabasız sahip olabildiği türden değildi. İnsanoğlu, atletik potansiyelini ortaya çıkarmak için bilerek ya da bilmeyerek bir hazırlık, bir çaba, yani farkında olmasa da antrenman yapmak zorundaydı. Kendi hayatlarımızı, atalarımızın yan gelip yatarak ölmeyi beklemeyen tipler oluşuna borçluyuz. Doğayla mücadele etme zorunluluğu insanoğlu için sporun kökenleridir. Tarih öncesi devirlerde, bir erkeğin korumasındaki bir kadın ya da çocuk da olsanız basit bir kural geçerliydi: Atletik ol ya da öl!

Neolitik Çağ’da ise tarımla birlikte yerleşik ve hareketsiz yaşam mümkün olmaya başlamıştı. Bu gelişme ise atletik olmanın önemini azaltmamış, aksine artırmıştı, çünkü yerleşik yaşam yeni bir sınıfı, asker sınıfını yaratmıştı.

İlk sistemli spor bizim topraklarımızdaydı

Doğaya karşı mücadele verme zorunluluğu azalmış, ancak insanların kendi türüyle verdiği mücadele daha fazla önem kazanır olmuştu: Savaşlar. Daha güçlü, daha hızlı ve daha becerikli olmak savaşlarda çok büyük bir üstünlük yaratıyordu. Medeniyetle birlikte başlayan savaş-spor ilişkisi yakın döneme kadar devam etmiş ve önemini korumuştur.

Medeniyetin beşiği kabul eden Anadolu ve Mezopotamya toprakları, en azından yeni bulgular ortaya çıkana kadar, sporun da beşiği olarak görünmektedir. Sümer krallarının “koşu şampiyonlarına” benzetildiği, Hititler’in tanrıları memnun etmek için muhtelif bayram ve dinsel törenlerde koşu, halat çekme, gülle atma, güreş gibi çekişmeler düzenlediği ve kazananları ödüllendirdiği, hisuva törenlerinde dans edip savaş sahneleri canlandırılan tiyatrolar oynadığı bilinmektedir. Tüm bunlar için antrenman yapmak, antrenmanlı olmak gerekiyordu. Doğaya karşı verilen mücadele yerini insana karşı verilen mücadeleye bırakmıştı ve bu modern zamanlara kadar sporun gelişmesi için başlıca itki olacaktı.

Helenistik ve Greko-Romen dönem

yunan-atlet-heykeli

Hititler’in spor birikimi antik Yunan toplumuna geçtiğinde, Olimpik oyunlar şeklinde kendini gösterdi. Bu yarışmalar bir güç gösterisi olduğu kadar, tıpkı Hititler gibi tanrıları mutlu etmek, onları övmek, gururlandırmak ve yardımlarını almak için de yapılıyordu. O dönemde spora tanrısal bir pay biçildiği ortadadır. Sporun tanrısal algılanmasındaki asıl neden, büyük ihtimalle insanoğlunun önemli bir eksikliğiydi. Çünkü insanoğlu, diğer hayvanların aksine, kendi yaşam mücadelesi için gerekli olacak kuvvet ve beceriye sahip olarak doğmuyor. Eksik ve kusurlu doğduğumuz, sahip olduğumuz büyük fiziksel güçleri ortaya çıkarmak için çabalamak zorunda olduğumuz bir gerçek. Ama işin iyi yanı, bu özellikleri edinecek potansiyel sağlıklı her insanda fazlasıyla bulunuyor!

Helenistik dönemin uzun sürmesi ve olimpiyat oyunlarının zaman zaman kesintiye uğrasa da uzun yıllar devam etmesi sporun gelişmesinde önemli bir rol oynadı. Düzenli idmanların savaşçı ya da atlet olmayan insanlar için de önemi bilginler ve eğitimli insanlar tarafından kesin olarak anlaşılıp kayıtlara geçiriliyordu.

antil-zeus-heykeli

Bazı kanser türleri dâhil birçok hastalığı tanımlayan ve Batı tıbbının kurucusu kabul edilen ünlü hekim Hipokrat, hastalık ve sağlığın, beslenme ve düzenli egzersizle yakından ilişkili olduğunu söylüyordu. Aslında aynı dönemde yaşamışlarsa da Hipokrat’tan çok daha önce doğmuş olan, omuzları ve atletik yapısıyla tanınmış olan ünlü filozof ve bilgin, Atina Akademisi’nin kurucusu Platon, “Hareketsizlik, her fertte kondisyonu yıkıma uğratır. Hareket etmek ve metodolojik fiziksel egzersiz yapmak ise kondisyonu korur, devamlılığının sağlar.” diyordu. Platon’un öğrencisi ve aynı zamanda iyi bir güreşçi olduğu bilinen Aristoteles ise, tıp alanındaki öncü çalışmalarıyla insan fizyolojisini anlamak ve muhtemelen performansını da geliştirmek peşinde hayvanları öldürüp kesmeye ve damarlarını incelemeye başlamıştı bile. Sanıyorum Platon’un hocası Sokrates’in askerleri kıskandıran olağanüstü dayanıklılığının da kayıtlara geçmiş olmasında sportif bir iz aramak mantıksız olmayacaktır.

grekoromen-atletik-heykel

Kişisel kanaatime göre antrenmana en büyük önemi veren Aristoteles’dir. Çünkü öğretileri katı bir dengeyi ve iç disiplini önermektedir. Her neyse, sonuç olarak antrenman kültürü antik Yunan kültüründe yaygınlaştırılmış, sağlıklı bir vücut için okullara dersi bile konmuştur.

Antik Yunan’a dayanan Greko-Romen kültürdeki kasları bariz seçilebilen atletik figürlerin olduğu heykeller, yüzyıllar sonra bu kültürden büyük oranda beslenen bir yerde taklit ediliyordu, Vatikan’da. Ortaçağ’da Kutsal Kilise için yapılan heykeller antik Yunan’dakiler kadar kaslıydı ve daha iyi bir işçilikle yaratılmışlardı. Buradan da kaslı ve atletik bedenin güzel olarak değerlendirildiği bir kabulün Greko-Romen kültür üzerinden Avrupa’ya geçtiğini anlıyoruz.

Not: Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen göçer Türklerin ise yaşam tarzları gereği sportif olmak zorunda olduğunu ve çocukluktan itibaren oyun ve eğlence özelliği taşıyan antrenmanlarla kendilerini hazırladıklarını biliyoruz. Ancak yazılı kültüre pek değer vermediklerinden, bu bilgileri çoğunlukla o dönem ilişkide bulundukları toplumların kaynaklarından öğreniyoruz. Anadolu’da kurdukları devletlerde de Orta Asya’dan getirdikleri düzenli spor alışkanlığını koruyabilmişlerdir ancak antrenmanları hakkında yeterli bilgiye henüz ulaşılamamıştır. Tarihe baktığımızda kesin olan şey, bir toplumda askerliğin önemi arttıkça atletik insan oranının da açıkça arttığıdır. Osmanlı’nın son dönemindeki savaşlara bağlı olağanüstü insan kayıpları, nesilden nesile sözle aktarılan spor kültürünü çok büyük oranda kesintiye uğratmış görünmektedir.

turk-okcusu-1

Citius, altius, fortius *

1800’lerin sonuna gelindiğinde Helen kültüründeki Olimpiyat oyunlarına hayranlıkla doğan Modern Olimpiyat Oyunları başlamıştı. Aynı dönemde, yine bizim konumuzu ilgilendiren, modern vücut geliştirmenin ilk girişimleri de yapılıyordu. Tevellütü 1867 olan Eugen Sandow antik yunan heykellerindeki atletik vücutları estetik zirve kabul etmiş, bir öykünme ile başladığı çalışmalarında heykellerinkine benzeyen atletik bir vücut elde etmeye çalışmıştır (başarmıştır da). Modern vücut geliştirme tarihiyle ilgili detaylı bilgi için bakınız: Modern Vücut Geliştirmenin Tarihi Esasında, Sandow tek isim değildi, ondan birkaç on yıl önce de bu alanda çabalayanlar olmuş, ancak tarihte onun kadar iz bırakamamışlar. 1847 yılında halka açık bir spor salonunun Avrupa’da açıldığını kolayca öğrenebilirsiniz mesela.

1. Dünya Savaşı’yla birlikte sekteye uğrayan bu gelişmeler, 2. Dünya Savaşı öncesinde yeniden canlandı. Olimpiyat Oyunları’nı “Alman ırkının üstünlüğünü” tüm dünyaya göstermek için bir propoganda fırsatı olarak gören Adolf Hitler’in talimatıyla spor biliminde bugün dahi kullanılan bulgu ve teoriler ortaya atıldı. Aslında madolyonun öteki yüzüne baktığımızda görüyoruz ki, özellikle ikincisi olmak üzere, utançla anılması gereken uğursuz dünya savaşları, spor bilimine çok şey katmıştır. 2. Dünya Savaşı’nın ardından, spor bilimlerinde SSCB ve ABD’nin başı çektiği bir dönem başladı. Galip devletler, yenilen Almanların çalışmalarını ele geçirdiklerinde bunları ilerletmeye başladı.

Modern fitness sektörünün doğuşu

eski-akrobatlar

Dünya Savaşları geride kaldığında, yine bir subay fakat aynı zamanda hekim olan Kenneth H. Cooper’ın “Aerobics” adlı kitabı ABD’de çok büyük bir ilgi gördü. Cooper, düzenli aerobik egzersizlerin kalp damar sistemini geliştirdiğini ifade edince, zaten sağlığı daha o dönem sanayi gıdaları yüzünden bozulmaya başlayan ABD’lilerin çok büyük ilgisiyle karşılaştı. Aslında fit vücutlara olan ilginin temeli, ondan çok önce, gezici sirkler ve akrobat takımlarıyla birlikte atılmıştı. 1940’lı yıllarda ise tek tük de olsa halk için açılan özel spor salonları ortaya çıkmıştı çoktan.

Cooper’ın başarısının ticari bir yönü de oldu, ABD’li şirketler Cooper’dan hareketle bir çeşit “sağlık ve güzellik pazarlama” kampanyası başlattı: kitaplar, videolar, egzersiz aletleri… Uygun olmak, hazır olmak, özetle zinde olmak anlamına da gelen “fitness” kelimesi o dönemde Cooper’ın aerobiğiyle özdeşleştirilir olmuş ve bugün hâlâ büyümekte olan dev bir pazar ortaya çıkmıştı. Bizim Sağlık Bakanlığı’nın bugün bile “yeni” etiketi basarak kullandığı günde 10.000 adım gibi pek çok öneriyi ileri süren Cooper birçok noktada haklıydı, ama zaman ilerledikçe yeni bilimsel bulgular onu özür dilemek ve bazı tavsiyelerini değiştirmek zorunda bırakacaktı. Ne var ki, yıllar boyu yaydıkları bilgilerin bir kısmının yanlış olduğunu söyleyerek verdikleri hasarı tamir etmek, bu ilgiden para kazanan şirketlerin derdi değildi.

Ve bugün

Fitness endüstrisinin son 20 yıllık serüveni apayrı bir yazının konusu olabilecek kadar kendi içinde detaylıdır. Bu yazımda oraya hiç girmeyeceğim. Her sene birkaç sözde yeniliğin ya da gerçekten ilgi çekici akımların ortaya çıktığı bu dev endüstri, yan sektörleriyle birlikte, dünya çapında 100 milyar doları aşan bir paranın hareketine sebep olmaktadır.

Profesyonel vücut geliştirme başta olmak üzere, diğer branşlar boğazına kadar kimyasal ilaca (dopinge) battıysa da, fitness endüstrisi saçma sapan bilgilerle kitleleri etkilemişse de, milyar dolarlık bir spor dünyası doğduysa da, sağlığı korumak ve geliştirmek için takviye gıdalar adı altında yalan yanlış bilgilerin uçuştuğu bir pazar doğmuşsa da… Endişe etmeyin, tüm bunlardan bağımsız ve insanlığın esenliği için, bilim için bilim düsturunda ilerleyebilen bir spor ve sağlık biliminden söz edebiliyoruz artık. İlerleyen yüzyıllarda günümüzdeki yalan yanlış inanışların silineceği kesindir. Ancak günümüzde de çoğu kez bu duru görüyü sağlayabilecek enformasyon elimizin altında.

magara-avcilik-resimleri

İstediğimiz her yerde uygun ve doğru şekilde antrenman yaparak sağlığımızı korumak ve geliştirmek elimizdedir. İşte ben yazılarımda bunu yapmaya devam edeceğim, korkmayın, çıkıp geyik peşinde yalınayak koşacak değiliz. Ben hareket etmeyi unutmuş, sağlığını geliştirmek şöyle dursun hareketsizlik yüzünden onu geriletmiş okurlarıma, bilinçli ve bilimsel sporla gelen sağlığı nasıl elde edebileceklerini anlatmaya devam edeceğim, takipte kalın.

* Citus, altius, fortius: Latince “Daha hızlı, daha yükseğe, daha güçlü.” anlamına gelen bu kelime öbeği, Modern Olimpiyat Oyunları’nın sloganıdır.